Hicret-i Nebî’nin Medîne’deki İlk Durağı
Kuba Mescidi
Rebiu’l Evvel ayının 12’si ve günlerden pazartesiydi. Bu küçük kâfile, Medîne yakınlarında bulunan “Kuba” köyüne yaklaşmaya başlamıştı.
Medîneli mü’minler ve önceden hicret eden sahâbiler, Allah Rasûlü’nün Mekke’den ayrıldığını, Medîne’ye doğru yol aldığını duymuşlardı. Medîne’ye ulaşacağını ümit ettikleri günlerde özlemle yolunu bekliyorlardı Sabah namazından sonra dışarı çıkarlar, güneş yükselip gölgeler iyice kısalıncaya, küçüle küçüle duvarların, ağaçların dibine sokuluncaya kadar yollara bakarlar, sonra evlerine girerlerdi.
O gün yine böyle yapmışlardı. Yine sıcak bir gündü. Güneş yükselmiş, sıcaklık artmış, ümitler kesilmiş, bekleyenler diğer günlerde olduğu gibi evlerine dönmüşlerdi. Rasûlullah’ın(sav) ve yol arkadaşlarının geldiğini ilk önce bir yahûdî görmüştü. “Ey Benî Kayle[1]! Beklediğiniz geliyor!” diye bütün gücüyle bağırıyordu. Birden Medîne ve civarında müthiş bir canlılık başlamıştı. Bu canlılık gittikçe yükseliyor, Medîne tarihi bir gün yaşamaya hazırlanıyordu. Enes(ra): “O günkü manzaranın bir benzerini hiç yaşamadık! Hiç görmedik!” der.
O günlerde henüz çocuk denecek yaşlarda olan Berâ İbn Âzib(ra) ise yaşadıklarını şöyle anlatır: Rasûlullah (sav) Medîne’ye gelmişti. Medînelilerin Allah Rasûlü’nün gelişine sevindiği kadar hiçbir şeye sevindiğini görmedim. İnsanlar yollara dökülmüş, Medîne sevince bürünmüştü.
Sevinç ve neşe içinde neşîdeler yükseliyordu: “Ay doğdu üstümüze, Vedâ tepeciğinden. Şükretmeliyiz elbet gönülden, tâ derinden, Allah’a çağıran bu güzel davetçiden, davetinden. Ey Peygamber! Ey bize hakkı tebliğ için gönderilen! Senin getirdiğindir; odur elbet uyulması gereken.”
Rasûlullah(sav) karşılanarak Kuba’ya getiriliyor, İmruu’l-Kays’ın torunu Gülsüm’ün[2] evine misafir iniyordu[3] ve bir süre burada konaklıyordu. Bir çok Medîne’li ileri gelenler, Rasûlullah’ı burada ziyaret ediyor, kendilerine; “Hoş Geldiniz!” diyor, onu yakından tanıma fırsatı buluyordu. Selmân-ı Fârisî (ra) de yıllar yılı yolunu gözlediği Allah Rasûlü’yle ilk defa burada karşılaşmıştı. Hz. Ali ve Suheyb (ra), Ebu Bekir Hazretlerinin âilesi gibi Mekke’de kalmış olan bir kısım sahâbîler de gelerek burada kâfileye yetişiyorlardı.
Rasûlullah (sav) Efendimiz, Kuba’da konakladığı sırada misafir olduğu evin arkasındaki boş arsanın kenarlarını duvarla çevirerek mescid haline getiriyor, bu köyde kaldığı sürece namazı cemaatle orada kılıyordu. Böylece Kuba Mescidi’nin ilk temelleri atılmış oluyordu.
Kuba Mescidi, Kuran-ı Kerim’de; “Takva Üzerine Kurulu Mescid” diye övülen bir mesciddir. Burada bulunan ve mescidin cemaati olan insanlar da “temizliği sevenler” olarak övgüden pay alıyorlardı.[4]
Hicretin ilk coşkusu burada yaşanmış, hicret sonrası yeni diyarda mü’minler için yepyeni günler başlamıştı…
Rasûlullah(sav) Kuba Mescidinin inşasında da çalışmıştı. Sahâbeler, hep birlikte olmanın, Allah yolunda omuz omuza çalışmanın coşkusunu ve hazzını burada da yaşamışlar, Abdullah İbn Revâha’nın söylediği şiirlere eşlik etmişlerdi.
Kıble’nin Mescid-i Aksâ’dan Kabe’ye tahvilinden sonra mescid yeniden elden geçirilmiş, kıbleye uygun şekilde yeniden inşa edilmiştir. Kaynaklarımızda kıble istikametini Cibrîl’in(as) tayin ettiği ve bu mescidin en doğru kıbleli mescid olduğuna dair bilgiler yer alır.[5]
Allah Rasûlü(sav) sonraki günlerde hicretin ilk durağı olan bu köyü, ilk günden takvâ üzerine kurulu bu mescidi, onun temiz ve misafirperver cemaati Kubalıları ziyaret eder, gönüllerini hoş tutardı. Efendimizin Kuba’ya bazen yaya, bazen binekli geldiği, ziyâret için bilhassa Cumartesi günlerini seçtiği de sahih rivayetlerde yer alır.[6] Hz. Ömer’in oğlu Abdullah(ra) hem bu şekilde nakleder, hem de aynı şeyi kendisi de yapardı. Mescid-i Kuba’da kılınacak namazın “umre” sevabı alacağına dair sahih rivayetler vardır.[7]
Mescid eski mimârî tarzını koruyacak şekilde büyültülerek yeniden inşâ edilmiş, 1986 yılında tamamlanarak günümüzdeki son şeklini almış, çevre düzenlemeleriyle takdire değecek hoş bir bütünlük kazanmıştır.
Cuma Mescidi
Peygamber Efendimiz’in(sav) Kuba’ya Pazartesi günü öğle sıralarında ulaştığı, Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri burada konakladığı, Cuma günü öğle yakınları buradan ayrılarak Medîne’ye doğru yola çıktığı nakledilir.
Kuba’dan Medîne’ye doğru biraz ilerleyip Beni Sâlim (İbn Avf) topraklarına gelince, “Rânûna” denilen vâdide Cuma vakti girmişti. Peygamberimiz Medîne’de ilk Cuma namazını burada kıldı. Onun ilk Cuma namazı kıldığı bu yere yapılan Mescid, Cuma Mescidi olarak şöhret buldu. Medîne’den Kuba’ya giderken, Kuba yakınlarında yolun solundadır. Kuba Mescidi’ne uzaklığı yaklaşık 1 km.dir ve Mescid’in kuzeyinden görülmektedir.
Mescid-i Nebi
Allah Rasûlü(sav) Medîne-i Münevvere’ye (o günkü ismiyle Yesrib’e) varınca -bilindiği gibi- Ebu Eyyûb (Hâlid İbn Zeyd) El-Ensârî’nin (ra) evine misafir olarak inmişti. Allah Rasûlü’nün devesi, gelip Ebu Eyyûb’ün(ra) evinin önüne çökmeden önce bu gün Mescid-i Nebî’nin kapısı olan yere çökmüş, kısa bir çöküşten sonra yeniden kalkarak Ebu Eyyûb’ün evinin önüne gelmişti. Bu bölge, Rasûlullah’ın dayı tarafı olan Neccâr Oğullarının bölgesiydi. Allah Rasûlü’nün kendi mahallelerine gelişiyle büyük bir coşku yaşıyorlar, mahallenin küçük kızları vurulan defler eşliğinde hep bir ağızdan; “Bizler Neccâr Oğullarının kızlarıyız, Muhammed’i ne güzel komşu diye karşılarız!” diyerek bu coşkuya tercüman oluyor, onun komşuluğunu arzuladıklarını dile getiriyorlardı.
Evet, Allah Rasûlü(sav) onlara komşu oluyor, çok geçmeden devesinin ilk çöktüğü arsanın sahibi olan iki delikanlıyı da yanına çağırıyordu. Bu delikanlılar da Neccar Oğullarındandı. Yetimdiler. Bu boş arsada hurmalarını kuruturlardı. Allah Rasûlü’nün hicretinden önce de Medîne’deki mü’minler namazlarını cemaatle bu açık alanda kılıyorlardı.
Allah Rasûlü, daveti üzerine huzuruna gelen iki delikanlıya bu arsaya mescid yapmak istediğini, rızaları olursa kendilerinden arsayı satın alma arzusunda olduklarını söyledi. Gençler böyle bir şerefe ermenin sürûru içinde; “Ya Rasûlallah! Biz karşılığında bir şey istemiyoruz; hibe ediyoruz!” diye bu arzuya cevap verdilerse de Efendimiz karşılıksız olmasına razı olmuyor, arsanın değerini ödeyerek onu mescid yapmak üzere satın alıyordu.[8]
Kısa sürede coşkulu bir gayretle mescidin duvarları yükselmeye başladı. Allah Rasûlü kerpiç taşıyor, azm, şevk ve coşkusuna şahid olduğu bu insanlar için şu mısralarla duâ ediyordu:“Allah’ım! Gerçek hayat, elbet âhiret hayatı, yurt âhiret yurdudur. Ensâr ve muhâcire rahmet eyle! Senin rahmetin sonsuzdur.” Ensâr ve Muhâcirler büyük bir saadet ve sürûr içinde şiirler okuyarak, Rahmân’a hamd ü senâlar ederek mescidi bina ediyorlardı.
Dolayısıyla bu mescid, temel binasında hem Allah Rasûlü’nün, hem de nice sahâbînin emekleri, alın terleri ile azm, şevk, emel, ümit ve coşkularının olduğu bir mesciddir. Şüphesiz Allah Rasûlü’nün en çok imamette bulunduğu mesciddir. İçinde nice âyetlerin vahy olunduğu, nice sahâbînin gelerek İslâmla şeref bulup kelime-i şehâdet getirdiği, nice hatıraların yaşandığı, nice cihad ordularının hazırlandığı mesciddir…
Bu mescid, daha önce de zikredildiği gibi Allah Rasûlü’nün(sav); “Bu mescidimde kılınan bir namaz, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlı, daha faziletlidir. Ancak Mescid-i Harâm müstesnâ,”[9] buyurduğu mesciddir…
Asırlar boyu nice ilim–irfan ehli âlimlerin, fâzılların yetiştiği, nice mücâhidlerin Allah’a secde ettiği, nice hayırları, hatıraları sînesinde toplamış bir mesciddir. O, İki Cihan Serveri’nin, Kâinâtın Efendisi’nin, Allah’ın Habîbi Muhammed Mustafâ’nın mescididir…
Mescid-i Nebî’nin Binasıyla (Asr-ı Saadetten Bu Yana Yapılan Genişletmelerle) İlgili Bilgiler Mescid’in ilk binası, Hicretin ilk (M. 622) yılının Rebîu’l-Evvel ayında bina edilmişti. Bu binanın temeli taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma gövdesinden, tavanı hurma dallarındandı. Mescidin uzunluğu 70 zira’ (yaklaşık 33 m), eni 60 zira’ (yaklaşık 28 m), tavan yüksekliği 5 zira’ (yaklaşık 2,4 m) idi. Birinci Genişletme Bundan yedi yıl sonra –yani hicretin 7. yılında- Hayber’in fethinden dönülünce Peygamber Efendimiz (sav) Mescid-i Nebî’de ilk genişletmeyi yaptı. Enine 40, boyuna 30 zira’ ekledi. Böylece mescid, 100´100 zira’ (46,2´46,2 m) ebadında ve kare şeklinde 2135 m²lik bir alanı kaplayan bir bina halini aldı. Kıble istikametine bir ilâve yapılmamış, olduğu hizada kalmıştı. Mescid-i Nebî’nin bu genişletme sonundaki hudutlarını, günümüze uygun olarak tarif etmek gerekirse; kuzeyde kubbelerle örtülü yere kadar, doğuda Efendimizin türbe duvarı, batıda minberden itibaren 5. sütuna kadar olan alandır. Nitekim bu alanın bitiş sınırındaki sütunlarda; “Mescid-i Nebî’nin hududu, sınırı” yazılıdır.
Bu hududun tayini, Efendimiz zamanındaki son şekil olduğu için önemlidir ve bu bilginin korunmasında fayda vardır.
İkinci Genişletme, Hz. Ömer devrinde Hicri 17 (Miladi 638. yıla) kadar mescidin bu yapısı devam etmiştir. Bu yılda Hz. Ömer (ra) tarafından hem güney yönünde, hem kuzeyde, hem de batı istikametinde genişletme yapmıştır. Kıble istikametindeki genişletme, Peygamber Efendimizin mihrabı ile, Hz. Osman tarafından daha sonra yaptırılan ve günümüze kadar hizasını koruyan mihrap arasında yer alan revaka kadardır. Batı tarafına ise iki sütun eklenmiştir. Kuzey istikametinde yaptığı genişletme 30 zira’ dır. (Yaklaşık 14 m.).
Üçüncü Genişletme, Bu genişletmeyi, Hz. Osman yaptırmıştır. H. 29 (M. 649) yılında yapılan genişletmede, güneye bir revak, batıya bir revak, kuzeye 10 z. (4,62 m.) ilave edilmiştir. Kıble istikametindeki bu genişletme, bu günkü kıble duvarı sınırıdır.
Dördüncü Genişletme, Emevi halifelerinden Velid İbn Abdülmelik tarafından yapılmıştır. Bu genişletmenin yapıldığı tarih, H. 88-91 (M. 707-710) yılları arasıdır. Bu yıllarda Ömer İbn Abdülaziz (rh.a.) Medîne valisidir. Bu aziz insan, Medîne’de de bir çok hayra imza atmış, herkesin sevgi ve takdirini toplamış, çevresine adalet ve huzur dağıtmıştır. Onun valiliği sırasında yapılan bu genişletmede batıya iki sütun ilerleme yapılmış, batı sınırı bu günkü seviyesine gelmiştir.
Doğu cihetinde ise önemli bir gelişme olmuş, bu yıllarda Vâlidelerimizden hiç hayatta kalan olmadığı için onların odalarının bulunduğu saha da mescid içine alınmıştır. Validelerimizin odaları yıkılırken gözyaşlarını tutamayanlar olmuş; “Keşke kalsaydı da gelecek nesiller Allah Rasulü’nün nasıl evlerde yaşadığını görseydiler,” denmiştir.
Kuzeyde de genişletme yapılmış, ilk defa bu devirde Mescid-i Nebî’ye 4 minare inşa edilmiştir. Yine oyma (girintili) mihrab yapılmış, Mescid’e 20 kapı açılmıştır.
Beşinci genişletme, Abbasi Halifesi Mehdi İbn Ebi Ca’fer zamanında olmuştur. Mehdi, H. 161-163, M. 777-779 yılları arasında hem mescidi onarım ve bakımdan geçirtmiş, hem de kuzey kısmına ilave yapmıştır, mescid sadece kuzey yönünde genişlemiştir.
Altıncı Genişletme, Bu genişletme Sultan Eşref Kayıtbay tarafından yapılmıştır. H. 886-888 (M. 1481-1483) yılları
arasında Sultan Eşref Kayıtbay’ın emriyle Mescid ciddi bir onarım ve bakımdan geçirilmiş, doğu tarafına (Efendimizin kabri istikametinde) 2,25 z. (1,04 m.) genişletilmiştir.
Yedinci genişletme, Osmanlı Sultanı Abdülmecid tarafından H. 1265-1277 (M. 1848-1861) yılları arası yaptırılmıştır. Genişletme onarım ve bakımla birlikte yapılmış; yapılan onarım ve genişletme ile Mescid-i Nebî yeni bir hüviyet kazanmıştır. Ebyar-ı Ali yakınlarındaki dağdan çıkarılan taşlar yontularak işlenmiş, duvarlar bu taşlarla örülmüş, mescidin üstü kubbelerle örtülmüş, kubbeler de kurşun levhalarla kaplanmıştır. Kubbe içleri, sütunlar, mihrablar ve duvarlar Abdullah Zühdü Efendi tarafından ayetler, hadisler, Lafzatullah ve Peygamberimizin ismi, beyitler… yazılarak bezenmiştir. (Bu yazıların çoğunun üstü kapatılmışken, yakın tarihte yenilenmiştir.)
Sekizinci genişletme, Suud Kralı Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. 1945-1955 yılları arasında gerçekleştirilen bu genişletme sırasında Abdülmecid’in yaptırdığı kuzeydeki bölmeden 6246 metrelik bölüm yıkılmış, bu bölmeye 6024 metrelik bir bölüm daha ilave edilerek yeniden inşâ edilmiştir. Böylece mescidin boyu 128 m. eni 91 metreye ulaşmış, ortada doğudan batıya doğru uzanan ve üç revaktan meydana gelen bir kanat, üstü açık olarak bırakılmıştır. (Bu açık bölme, daha sonra elektrikli sistemle otomatik olarak açılıp kapanan şemsiyelerle örtülmüştür.) Bu şekliyle mescidin cemaat kapasitesi 28.000 kişilik olmuştur.
Dokuzuncu genişletme, günümüzdeki son genişletme ise gerçekten büyük çaptadır. 1984-1994 yılları arasında yapılan bu genişletme, bir önceki Suudlular tarafından yapılan bölmenin üç tarafını kuşatan, önceki mimari yapıyla uyuşan, modern ve dev bir genişletmedir. Bu genişletme ile Mescid-i Nebî, yaklaşık dokuz kat büyümüştür. Ayrıca yapılan ekin sathı da kullanıma uygun olarak hazırlanmıştır. Yeni teknik donatımlarla zenginleştirilmiştir.
Bu ilaveden sonra mescid zemininin genişliği 82.000 m², alacağı kişi adedi 150.000 olmuştur. Sütun sayısı 2104’de ulaşmıştır. Namaz kılmaya uygun hale getirilen sathın genişliği ise 58.250 m² olup 90.000 kişinin namaz kılmasına uygundur.
Böylece Mescid-i Nebî’nin zemin ve satıhta namaz için hazırlanan toplam alanı 140.250m² ve 240.010 kişiliktir. Böylece önceki kapasitenin dokuz katına çıkmıştır.
Mescid-i Nebî’nin avlusu da fevkalâde bir şekilde düzenlenerek ve mermer döşenerek camiden taşan cemaatin namaz kılmasına uygun hale getirilmiştir. Bu alan 135.000 m²’dir ve rahatlıkla 430.000 kişi almaktadır. Bu durumda Mescid-i Nebî’de avlusu ile birlikte toplam 698.000 kişi aynı anda namaz kılabilecek durumdadır.
Günümüzde (2008-2009) Mescid’in doğu istikametinde de avlu genişletmesi yapılmakta, böylece açık alandaki cemaat kapasitesi daha yükselmekte, açık alanların birçoğu da otomatik şemsiyelerle kapatılmaktadır. Mescidin bir bölümü kadınların namaz kılması için hazırlanmıştır.
Yeni yapılan kısma, altı minare daha ilave edilmiştir. Böylece minare sayısı ona çıkmıştır. Yeni bölmenin üzerinde 27 hareketli kubbe yer alır. Mescid bütünüyle soğutma sistemiyle donatılmış, avlusunun altına çift kat otopark inşa edilmiştir. Bu otopark normal şartlarda 4.444 araç alacak genişliktedir.
Mescid-i Nebî, bu yapısıyla, annelerimizin evlerini içine aldığı gibi, Ebu Bekir, Ca’fer, Abbas, Ammar, İbn Mesud, Talha, Abdurrahman İbn Avf gibi bir çok sahabinin evlerini, Ebu Talha’nın evi ve Hâ’ Kuyusu’nun bulunduğu bahçesini de sınırları içine almıştır.
Cennetü‘l – Bakî’
Mescid-i Nebî’nin doğusundadır. Asr-ı saâdetten bu yana kabristanlıktır. Önceden Ğargat ağaçlarıyla kaplı olduğu, Pazaryeri olarak kullanıldığı nakledilir. Ğargat ağaçları ile kaplı oluşu sebebiyle “Bakîü’l Ğargat” adıyla da anılır.
Burada on bin civarında sahâbenin yattığı bilinmektedir. Medfun olan aziz sahâbîler arasında, Hz.Osman, Hz. Abbas, Peygamberimizin halası Safiyye, Zevcelerinin çoğu, üç kızı, oğlu İbrahim, Süt Annesi Halime, süt kardeşi Osman İbn Maz’ûn ve Ebu Süfyan İbn Hâris, torunu Hasan, Hz. Ali’nin ağabeyi Akîl, ileri gelen sahâbîlerden Sa’d İbn Ebî Vakkâs, Abdurrahman İbn Avf, Abdullah İbn Mes‘ûd, Sa’d İbn Mu’âz, Es’ad İbn Zürâre (r.anhüm)… vardır.
Ana hatlarıyla Cennetü’l-Bakî‘in tarafımızdan çizilmiş bir planını göreceksiniz. Burada, kabrinin neresi olduğu bizzat bilinenlere işaret edilmiş, yeri gösterilmiştir.
Cennetü’l-Bakî’de Bilinen Kabirler:
1 – Ehl-i Beyt Kabirleri: | ||
Hz. Abbas | Hz. Hasan | Hz. Muhammed-i Bâkır |
Hz. Fatıma | Hz. Zeynel Âbidîn | Hz. Cafer-i Sâdık |
2 – Rasûlullah’ın (sav) Kızları | ||
Zeynep(ra) | Rukiyye(ra) | Ümmü Gülsüm(ra) |
3 – Vâlidelerimiz (Rasûlullah’ın Zevceleri) |
||
Hz. Âişe | Hz. Ümmü Seleme | Hz. Mâriye |
Hz. Hafsa | Hz. Zeyneb Binti Cahş | Hz. Cüveyriye |
Hz. Sevde | Hz. Zeyneb Binti Huzeyme |
Bilindiği gibi Hatice Vâlidemiz, hicretten önce Mekke’de vefat etmiştir.
Meymûne Vâlidemiz de Mekke yakınlarında Seref denilen vâdîde akrabalarının yanında vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Kabirleri bilinmektedir
4 – Efendimizin Akrabâlarından; Akîl İbn Ebî Tâlip(ra) (Hz. Ali’nin Ağabeyi ) – Ebû Süfyân İbn Hâris(ra) (Efendimizin En Büyük Amcası Hâris’in oğlu) – Abdullah İbn Cafer(ra) (Cafer-i Tayyar’ın Oğlu)
5 – İmamlardan İmam Nâfi’ (Şeyhü’l-Kurrâ – İmam Mâlik’in Hocası) – İmam Mâlik
6 – Peygamber Efendimizin oğlu İbrâhim(ra)
7 – Şehidlik (Uhud’da yaralanıp Medîne’de vefat edenlerle, Harra Vakasında ölenlerin defnedildiği yer.)
8 – Hz. Osman (Zünnûreyn) (ra)
9 – Peygamberimizin Süt Annesi Halîme Sa’diyye(ra)
10 – Ebu Sa’îd El-Hudrî(ra) – Sa’d İbn Mu’âz(ra)
11 – Efendimizin Halaları ve Yengesi; Safiyye Binti Abdilmuttalip(ra) – Atike Binti Abdilmuttalip(ra) – Fatıma Binti Esed(ra) (Hz. Ali’nin Annesi)
Uhud ve Uhud Şehidliği
Uhud, Medîne-i Münevvere’nin kuzeyinde, Mescid-i Nebî’ye yaklaşık 4-5 km mesafededir. Rasûlullah (sav) Efendimizin: “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u” diye sevgisini ızhar ettiği dağdır.
Uhud Gazvesi, Hicrî 3. Yılda, Şevval ayının ortalarında (Milâdî, Mart 625 tarihinde) İslâm ordusu ile Bedir Gazvesinin öcünü almak isteyen Mekke müşrikleri arasında yapılmış, büyük bir imtihana sahne olmuş bir gazvedir. Savaş kazanılmışken okçuların zafer coşkusuyla Rasûlullah’ın(sav) kesin emrine rağmen yerlerini terk etmesi, başlarındaki emirin ikazlarına uymamaları yüzünden aleyhe dönüşmüş, sahabilerden 70 kişi şehid olmuş, Rasûlullah (sav) Efendimiz de yaralanmıştı. Alınan ağır darbeye rağmen, şahsî azm ve gayretlerin de tesiriyle ordu yeniden toparlanmış, müdafaa
harbine geçilerek, müşrikler daha büyük zarar vermeden uzaklaşmak zorunda bırakılmıştı.
Uhud Gazvesi, geçirilen imtihanın büyüklüğü sebebiyle akla durgunluk verecek fedâkarlıkların cereyan ettiği bir gazvedir. Hz. Hamza’nın, Hz. Ali’nin, Abdullah İbn Cahş’ın, Enes İbn Nadr, Ziyâd İbn Seken, Ebu Dücâne, Amr İbn Camûh, Ebu Ubeyde, Talha, Zübeyr, Sa‘d İbn Ebî Vakkâs, Ebu Talha, Abdurrahman İbn Avf’ın, sahabe hanımlardan Ümmü Ammâra’nın…(ra.ecmeîn) fedâkarlıkları unutulmayacak cinstendir[10].
Şehidler arasında Rasûlullah (sav) Efendimizin amcası İslâm cihangiri Hz. Hamza, İslâmın ilk davetçisi Mus’ab İbn Umeyr, ilk cihad emîri Abdullah İbn Cahş, tepeye yerleştirilen okçuların emiri Abdullah İbn Cübeyr(ra.ecmeîn) de vardı.
O günden sonra “Okçular Tepesi” olarak anıla gelen tepe, Uhud dağının Medîne’ye bakan tarafındadır. Bu tepe ile Uhud yamaçları arasındaki vâdi, yaklaşık 1 km enindedir. Muharebe, bu sahada cereyan etmiştir. Şehidlik de buradadır ve okçular tepesine yakındır.
[1] Benî Kayle (Kayle Oğulları): Evs ve Hazrec kabîleleri, önceden bu soyun annesi olan “Kayle” adındaki kadına nisbet edilerek tek bir isimle “Benî Kayle” olarak anılırlardı. Daha onun oğulları olan Evs ve Hazrec isimli şahıslar giderek meşhur olmaya ve iki ayrı kutup oluşturmaya başlayınca her birinin neslinden gelenler neslinden gelen kişiye nisbet edildi ve kabîle iki ana kola ayrıldı. Her ne kadar sonraki yıllarda her kol kendi atasıyla anılmaya başladı ise de “Benî Kayle” lafzı bütünüyle unutulmadı. Kayle, Kâhil İbn Uzre’nin kızıdır ve dirayetli bir kadındır. (Sîretü İbn Hişâm 1/ 218, Lisânü’l-Arab, İbn Manzûr 11/ 580)
[2] Gülsüm İbn Hedem. Künyesi Ebu Kays. Gülsüm, yaşlı bir kimseydi. Peygamberimizin gelişinden kısa bir süre sonra vefat etti. Peygamber Efendimiz’in Medine’ye gelişinden sonra Evs kabîlesinden ilk vefat eden sahabe odur. (Sîratü İbn Hişam, 1/ 493, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ 1/ 241)
Günümüzde Gülsüm ismi kadın için kullanılmaktadır. Sebebi, Ümmü Gülsüm ve kelimenin telaffuzu olsa gerektir.
[3] Sîratü İbni Hişâm (1/ 492 – 493), Es-Sîratün-Nebeviyye (s.162 -164)
[4] Bak: Tevbe Sûresi (9/ 108)
[5] Bak: Mecmeu’z-Zevâid, Heysemî (4/ 11) Heysemî, hadisi Taberânî’nin “Kebîr”inden nakleder ve râvîlerinin güvenilir kişiler olduğuna dikkat çeker. Hadisi rivâyet eden sahâbî hanımlardan Numân İbn Âmir’in kızı Şemûs’tur(ra). Kuba Mescidi’nin inşasında hazır bulunmuştur. Bu konuda bir başka hadis de Ebu Sa‘îd el-Hudrî’den gelir. Bak: Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, İbn Sa‘d (1/244) Ayrıca bak: Umdetü’l-Kârî (6/ 284)
[6] Bak: Sahih-i Buharî, Salât (Umdetü’l-Kârî 6/ 285-286), Sahih-i Müslim, Hac 1399 2/ 1016 Hadis No: 1399)
[7] Bak: Sünen-i Tirmizî, Salât (2/ 145-146 Hadis No:324), Sünen-i İbn Mâce (1/ 453 Hadis No: 1411, 1412)
[8] Umdetü’l-Kârî, Aynî 3/ 436, Es-Sîretü’n-Nebeviyye, Nedevî s. 166
[9] Abdullah İbn Ömer’in rivâyet ettiği bu hadis-i şerif müttefekun aleyh olan bir hadistir. Sahih-i Buhârî’de Kitâbü’s-Salât’da, Sahih-i Müslim’de Kitâbü’l-Hac’ta nakledilir.
[10] Kardeşlerimizin Uhud Gazvesi, fedâkarlıkları ve hatıraları ile ilgili bilgileri “Peygamber Dostları, ÖRNEK NESİL”den okumalarını arzu ederim. Çok yer tutacağı endişesiyle buraya almakta tereddüt ettim. İmtihanlar gerçek yiğitleri, fedâkârları ortaya çıkarır ve bu gazve ibretlerle doludur. Gazve sırasında yaşananları, arka alanlarda cereyan eden olayları, savaşın peşinde ve sonrasında gelişen hadiselerin tekrar tekrar okunup müzakere edilmesinde fayda vardır.